BlogDAG

Yollara Düşmek, Yolculuklara

“Zaman durmak bilmeyen bir yolcudur.”

Biz ise, büyük şehirlerin kalabalık sokaklarında tıkanan trafik çilesine, hafta sonu keyfi diye adlandırdığımız AVM ziyaretlerinin anlamsızlığına ve yıllarca güç bela taksitlerini ödediğimiz banka kredileriyle bizim mi ona yoksa onun mu bize sahip olduğu belli olmayan 50 metrekare 1+1 son model akıllı konutlarımıza hapsettiğimiz hayatlarımızla, durmak bilmeyen zaman ile baştan kaybettiğimiz bir yarış halindeyiz.

Modern yaşamın bizlere sunduğu lüks ulaşım araçları, asansörler, yürüyen merdivenler bizlere hız kazandırdı belki, zamanı yakabileyeceğimizi sanarak yarıştık sürekli ve koşuşturmaktan yorulduk, yıprandık.

Hızlanan biz değil de otomobiller olduğu için çalışmayan kaslarımız erimeye, göbek çevremiz yağ bağlamaya ve dizlerimiz ağırlaşan bedenimizi taşıyamaz hale gelmeye başladı. Koruyamadığımız mükemmel doğallığımız yapay eklemlere, protezlere mahkum oldu.

Bununla kalsa iyi. Ya kaybettiğimiz dinginliğimiz!

Depresif, kavgacı, tahammülsüz bir yaratığa dönüştük.

Obsesif Kompulsif, bipolar, mani, panik ataklar...

Stres çağın hastalığı !!!

Zamanı onunla yarışarak değil, onunla yaşayarak yakalayabiliriz...

Bazen dalıp gittiğinizde, kendinizi bir yolculuğun molasında bir han kapısından içeri girerken hayal ettiğinizi tahmin etmek güç değil. Hatta Türk filimlerinin o meşhur repliğiyle seslenerek “ hey hancı bana ekmek ve şarap getir” derken buldunuz mu kendinizi hiç düşlerin arasında?

Çekip gitmek lazım buralardan düşünceleri içerisinde, şirin bir sahil kasabasının arsa fiyatlarına bakarken buldunuz mu kendinizi hiç Hz. Google’un sayfalarında...

Hep bir arayış içerisindedir insan.

Bir yere ait olmak, yerleşik olmak iyi gelir kulağa belki ama yerleşik olmak durağanlık getirir zihnimize, körelirsiniz zamanla, köleleşirsiniz sizi gizliden kandıran duygulara...

Durağanlık kabul edilemez. Arayışı içerisinde olduğumuz şey durağanlıkta değil, hareketin, gelişimin özünde barınır. Onun adı ise dinginlik.

Son durak diye bir şey de yoktur aslında. Her varılan durak yeni bir yolcuğun başlangıcıdır.

Yollara düşmek...

Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte ahenk içerisinde atılan adımlarla umut dolu bir yürüyüş başlar.

Kimi zaman saatlerce yakıcı güneş altında kimi zaman yağmurda çamurda yürüdükten sonra derme çatma bir pansiyonda, bir köy evinde ya da bir kamp çadırının rahatsızlığında geçen bir gecenin düzensiz ve katlanması imkansız olduğunu düşünebilirsiniz ama yol sevdalısı bir yürüyüşçü için düzenini bozarak yollara düşmek aslında kendi düzeninin peşine düşmektir.

Özgürlüğün, dinginliğin, düşüncelerini düzene koymanın peşine düşmek.

Doğa ile bütünleşmenin verdiği tarif edilemez huzurun peşine düşmek.

Kendiyle başbaşa kalma, vicdanıyla hesaplaşma ve kendiyle helalleşmenin peşine düşmek.

Yollar uzun gibi gözükebilir size, kilometreler gözünüzü korkutabilir ama can sıkıcı, sinir edici ve köhne şehir hayatının yıpratan ritmi içerisinde kestirme bir yoldur aslında yürümek.

Arabaların götüremeyeceği yerlere götürür sizi ayaklarınız. Fotoğraflarda imrenerek baktığınız o muhteşem manzaraları seyrederken bulursunuz kendinizi ve onun bir parçası olmanın hazzını duyarsınız ruhunuzda.

Bir kuşun yavruları için yuva yapışını, arıların çiçek özlerinden aldığı hammaddeyi bal fabrikasına taşımalarındaki başdöndürücü lojistiği, karnını doyurmak için ava çıkmış bir kerkenkelenin atağa kalkmadan önce sıcak kayalar üzerindeki sessiz ve sabırlı bekleyişini ve daha nicelerini bizzat o anda her şey olup biterken doyasıya seyredip hissetmek mi tercihiniz yoksa her ay düzenli ödeme yaptığınız kablolu yayınların yapay ekranlarından yumuşak koltuğunuzda izlemek mi?

İşte bütün mesele bu! O anda, orada OLMAK ya da OLMAMAK !

Büyük şehirlerde kaybolan insanlığınızı bulursunuz fakir ama misafirperver köylünün çıkınındaki son yufkada. Ayran ikram edip, nereden geldiğinizi soran ve arkanızdan el sallarken dikkatli olun tenbihleri veren ninelerin gönlündeki zenginliği ve şefkati en son annenizin yüreğinde bırakmıştınız sanırım.

İnsan, yürüyüşten değişmiş olarak döner.

Acil yetişmesi gereken işlere boyun eğmekten çok, zamanın ve anın keyfini çıkarırsınız.

Meraklarınızı yeniler, hayatın kısır döngüsünün ötesinde bir şeyler tatmanın doyumsuz hazzını duyarsınız tüm bedeninizde ve ruhunuzda.

Yürümek, düşünüldüğünün aksine fiziksel enerjiden ziyade sinirsel enerji tüketen bir faaliyettir.

Yürümeye başladığınızda önce hiç bir şey düşünemezsiniz. Etrafı hayranlıkla izler ve sadece yürürsünüz. Yaşadıklarınız ve gördükleriniz sizi dinginleştirmeye başlar ve bir müddet sonra düşünebilmenin huzurlu mutluluğunu tatmaya başlarsınız.

Zaman ve mekan yeniden şekillenir. Basitlik ve rahatlığın hafifliğini yaşarsınız.

Altınızda yeryüzü, üstünüzde gök kubbe ve siz...

Ezcümle;

Yürümek, ne kilometre katetmek, ne doğayla buluşmak, ne kamp yapmak, ne de yeni insanlarla tanışmaktır aslında. Bunlar işin bir kısmı sadece.

Yürüyüş, bilinçlerinizin bakılmadık yerlerine doğru keşfe çıkmak ve benliğinizin derinliklerinde barındırdığınız çok değerli hazinelere dalmaktır. Kendini bulmak, kendini bilmek üzere yollara düşmektir.

Adımlarken kilometreleri, siz yürümezsiniz yolları. Yollar size akar, içsel bir yolculuğa çıkarsınız. Düşünmeye, keşfetmeye başlarsınız. Yeter ki kendinize izin verin. Yeter ki kendinize boyutlar arasında gezinen bir varlık olma fırsatı tanıyın ve var oluş içerisinde bir zaman yolcusu olun.

“Zaman durmak bilmeyen bir yolcudur.” Zamanla yarışmayın, onunla birlikte yürüyün.

Yollara düşün, yolculuklara...

Yollarda buluşmak üzere sevgi ve saygılarımla,

 

Mustafa Coşkunsu 

(zaman yolcusu)

Eylül 2015

Telif Hakkı © 2013, Doğa Aktiviteleri Grubu
Bizi sosyal medyada takip edin. Doğa Aktiviteleri Grubu Facebook adresimizDoğa Aktiviteleri Grubu Twitter adresimizDoğa Aktiviteleri Grubu Twitter adresimiz